9 Kasım 2020 Pazartesi

Gözlerinde birikmiş tuzlu su, damlamasını bitirince kalbime; haliyle kendini kuruttu

Çatalı hissediyordum.. 

          Bu ayrıma her yaklaştığımda, hayatımdan farklı şeyler etimden tırnağı koparır gibi söküldü. Ve ben derimden tamamen kopana dek kopmaması için kanasa da, şişse de, o parmağımı kullanamasam da gönüllü olarak son ana, kendi kopana dek bekler, asla çekip kopartamazdım.
Bu defa bi anda, aniden, durup dururken, bi' saniye evveline inat gibi, ruhuma bir balyoz indi.
O andan itibaren emindim.

Ve artık, şimdiden itibaren bil ki; sevmiyorum seni.


        İçimde bi' şey oldu; bi tel vardı sanki, o koptu.
       Senaryo bitti, jön öldü.

12 Ekim 2020 Pazartesi

Her seyin sonunda birbirimizi buldugumuz o kitabı yazıyorum..

 'Biz bulduk. Biz birbirimizi onca ihtimal arasından, onca gündüz, onca gece ardından, onca mutluluk, onca huzursuzluk içinde, onca badire sonrası, bilmesek; tesadüfi sayacağımız, bir mucize olarak, sürekliliğinden emin, korkudan hırçın, kayıplardan yorgun. Bulduk birbirimizi. Tüm doğumlara, tüm ölümlere, tüm geçimlere,tüm yıkımlara rağmen. Tüm tükenmişliğimizle, dolmuşluğumuzla; taşar gibi memnun. Bildik..

Nasıl yapacağız şimdi sanki hiç buluşmamışız, bilmemişiz gibi?

Neden?.

Üstelik de dünya bize inat gibi hala dönüyorken..'

19 Ağustos 2020 Çarşamba

insan intoleransı 30'larında baslıyor..

            Sevgi gösterisi hariç, hiçbir şeyin abartılısına güvenmiyor, samimi bulmuyorum. Hele duygularını abartarak anlatanları -denesem bile- asla ciddiye alamıyorum.

Davranışıyla çelişen her şey; aslında yok.

Abartma isteği de buradan doğuyor bence zaten; varolmaya çalışmak..

Varolmaya çalıştığını kendine kanıtlama çabası ters çalışır; çaba, kişiyi olgu olarak tamamen siler ve görünmez kılar.
Kişi algılanmadığında;
yoktur.





Ben mesela, olduğum kadarımın fazla geldiği kimseye yük etmem kendimi..

5 Ağustos 2020 Çarşamba

Kumdan kalelerinize, dalgalarımdan bahsedin




Bıraktın mı 
sihrinin amaçsız o halini?
Aslından kopup, 
düne bakan beyinleşmiş kalbini?

Olmazların olması;
imkansızın karması.
Denedin ve hep değdi 'günebakan arsızı'.


'Biri' bir gün 'O' olur, 'O' bi gün olur 'biri'..
Dene, alış, yanıl ve bırak bi kendini.

Zaman dost, bekle, farkedeceksin seni,
kabul zor, ama sen halledersin hepsini

dubidubadubadiiiiuuuuuuuv





26 Aralık 2019 Perşembe

Elli yaşında hissetmek istemiyorum. Bu bir baş kaldırıştır.

12 Aralık 2019 Perşembe

Her şeyin belli bir sebebi var ise; sebebin sebebini nasıl açıklayabiliriz?

Sonsuzluğu ve dolayısıyla kaçınılmaz doğal döngüyü bu şekilde anlamlandırabileceğimi bilseydim, beynimi bu kadar doldurmazdım.
Hiçbir şeyin anlamı yok, her şeyin bir anlamı var.
Ying yang

Öptüm.

6 Aralık 2019 Cuma

KENDİMİ DOGURUYORUM

Neresindeyiz yolun?
Açacak mı yarın yine yeni güne açanlar?
Nefesindeyiz O'nun
Bükecek mi bizi mayası ateş olanlar?

Bilmez miyiz ki yüzmeyi
Neden çırpmaz yüreklerimiz bu hüzün ummanında
Umudunu mu yitirdin
Kendi nefsinin kırıklarını kopar icabında..

Biter mi gün gelince
Yutar mı gece
Sessizliğince

Yiter miyiz yolunca
Biçer mi onca
Sonsuzluğunca



M.Öztürk

tarih değişti, neresindeyiz?

Eskiden kendimi ifade ediş şekillerime baktığımda; çok fazla çeşitlilikle kendimi olabildiğince fazla kez ayrıntılaştırarak, tamamen şeffaf, dolayısıyla kısmen savunmasız bıraktığımı otuzlu yaşlarımda anlıyor olmanın verdiği mağrurluğa biraz sinirlenmiyor değilim aslında. Ama işte, gelgelelim ben hep böyleydim de aslında.. Hep fazlaca eleştirirdim kendimi, çok değil yirmidört saat öncelerime takılarak.
Ve o yüzdendir ki, her neye kızıyor idiysem, önüne geçemeyeceğimi içten içe farkında olmadan bilmemdendi. 

Şimdi sadece tek bir cümle titriyor kafamın içinden kulaklarıma kadar ve ben sadece sürükleniyorum.

"Oysa düne kadar gülüyorduk.."

1 Nisan 2018 Pazar

Teşekkür ederim.

Bu bir; şu zamana kadar yaşadığım hayatı noktalayıp, yeni hayatıma adım attığım bu günü bu kadar keyif alarak kapatmama neden olan gelmiş, görmüş, sevmiş, sevmemiş, kalmış, gitmiş, anmış, unutmuş, kendi kuantumumu yaratmama etken, denk gelen/geldiğim her molekül için, belki epey geç kalmış, belki de tam olması gerektiği zamanda ifade etmeyi denediğim bir minnet ve teşekkür selamı yazısı.
Yani kalbim, beynim ve dilim döndüğü kadar. 

Bugün otuz yıllık İzmir yaşantımın son, İstanbul maceramın ilk günü. Ve ben günümü, son kez emanet bir dört duvar arasında doğurmak üzereyim.
Saat, ben bu cümleyi kurmaya başladığım itibari ile 05:52. Bugün akşam üzeri saat 17:30- 18:00 civarlarında bu şehirdeki ilk kendi evime tamamen ve resmi olarak taşınmış olucam. 
Yarın bu şehirde kalan ve yeni hayatımın ilk gecesinde, yeni evimde, yeni odamda, yeni yatağımda uyuyup, yeni güne yine başka/bambaşka uyanacağım ilk gün. İç rahatlığıyla ve keyifle döşenmiş, her odası gün ışığı/enerji alan, küçük olmayan ama büyük de sayılmayan, kapıdan girdiğim anda "evet, artık burası benim evim" dedirtmiş, 'yaşamaya' gerçekten işte şimdi başlayacağımı korneama kadar hissettiren  bir ev. 
2018 yeni yıl dileğimdi.
Ama bahsetmek istediğim konu aslında bu değil.
Benim için bu noktada öznenin anlamı tamlayanlar çünkü. Çünkü; 'Artık' kısmını yeni, 'yeni' kısmını artık anlıyorum/anlayabiliyorum/anlayabilmeye başladım/başlıyorum..

Sadece bu yüzden bile çok teşekkür ederim/ediyorum.
Minnettarım, ve belki de en çok bu konuda şuan ancak bu kadar samimiyim.
Biraz üzüldüm yosun tuttum. Farkettim ki fazla yaştım, kurudum gübre oldum.
Toprağım oldunuz, huzur bulunca bitki oldum.
Şimdi büyüyorum, bahar da geliyor, tomurcuklandım.
Artık size çiçekler açıyorum.

Minnettarım.
Herkese, hepinize, herşeye.

Biriktirmeyi öğrendiğimden beri pişman olmadığım kişisel bir ömür deneyimi: hayat.
Yani;
dünün bugünü, bugünün yarını.
Yaşarken hissedilen; mevcut an ve hep yeni anı.

Şaka gibi geldin hakikaten 2018 yılının Nisan biri.
Bu defa fazlasıyla sevdim seni. 

24 Ağustos 2017 Perşembe

Göbeğinizden değil de, vicdanınızdan utanın mesela.

Birbirimizi delirtiyoruz. Tek yaptığımız bu. Buna gösterdiğimiz çabayla bi holding sahibi olunabileceğine inanan biri olarak, yeterince delirdiğimi bildirmek durumunda kalıyorum. Nedenini sorguluyorum. Aşırı olmak istemek neden? Hayırdan neden anlamıyoruz mesela? Reddedilmek neden bu kadar hırslandırıyor kimilerimizi? Neden hemen çirkinleşmeye meylediyoruz?
Kime ve neye bu öfkemiz?
Özbenliğimizdeki bastırmaya çalıştığımız aşağılık komplexlerimizi yaşımız güncellendikçe ve tecrübelendikçe nasıl olur da kontrol altına almayı başaramıyor bazılarımız? Egolar neden bu kadar tatlı ve baskın geliyor?
Hiç mi ayıp değil, bir kadından doğmuş biri olarak başka bir kadına istenmediği için hırslanıp çirkin iftiralar atmak? Hiç mi utanacak yüzümüz kalmamış bazılarımızın? O kadar mı anlamamışsınız sapienslik mevzularını, ya da o kadar mı yanlış-işimize geldiği gibi- kabul etmişiz?

Mizaç olarak sürekli kendimi olumlu yönde eleştirmeye ve geliştirmeye çabalıyorum ve bu bitmeyecek.
Ama , selam bile verilmeyecek bir boşluktayken, yine de aldığınız Allah'ın selamını balçıklaştırmanızı anlayamıyorum, anlayamayacağım. 

Kendimi asla güzel bulmadım. Çirkin olduğumu da düşünmüyorum o ayrı. Kafam çalışır ama. Görüldüğü üzere bazılarının asla anlayamayacağı düzeyde hatta. Bakın mesela; benim egom bu kadar.
Duyduklarıma inanamadım. Tabi ki insanlar konuşuyorlar, konuşacaklar. Konuşsunlar da. Fakat Ağzımızın torba olmaması, haddimizi aştığımızda büzülmeyeceği anlamına gelmiyor, onu bi bilin. Öyle hafife alınacak bir kimse değilim. Sağolsunlar, çoğuna göre çok tatlı bir insan olabilirim. Ama bence siz yine de çizginizi aşmayın ki, kalıbımla kalıbınız yaptığınız çirkinlik düzeyinde size hesap olarak çıkarıldığında ve karşılaştırıldığında hem fizyolojik olarak hem vicdanen kalıcı hasarlar almayın.
Yazık değil mi şimdi, size adaleti biz sağlasak ? Maazallah.

Söyleyeceklerim bu kadar. Kısaca, fazla kudurmayın.

18 Ağustos 2017 Cuma

Yine kendi kendimle konuşuyorum.

Sen hiç kendinden geçip bana geldin mi?

Bak bunu herkes müstehcen algılamaya meyilliyken ilk etapta, senin aklına bile gelmeyişinden bu kadar çok sevdim seni.
Çayı alkolden, kahveden bile çok sevmen yüzünden. Hiç bitirmeden hep yarım içmen yüzünden. Bardağa bile içinde çay bırakarak bir karakter yükleyişinden.
Konuşmadan anlatışından, anlayışından.
Kafandakileri hem okumamı bekleyip, hem okutmak istemeyişinden.
Peki ama sen hiç kendinden geçip bana geldin mi?

'Özledim seni'

Sadece bir kez duyabilme şanına eriştim senin o güzel M dudaklarından, sesinle güzelce doldurduğun aslında bomboş bu cümleyi. Ama senin benim böyle şeyleri düşündüğümden kuvvetle muhtemel haberin dahi yok. Olmasın da. Hayıflanmayı sevmem bilirsin, duymayı beklemek de yeni gün şansı doğuruyor.
Hoş üç aydan üç aya gösteriyorsun. Bu da benim naif şansım olsa gerek.
Olsun, olsun da; yanımda yoksan şuan, ve yoktuysan saymayı bıraktığım geceden üç ay öncesine kadar uzanan 'O gün'den beri, nerdesin ki o zaman?
Gidiyorsun galiba hakikaten parça parça, kural kural, insan insan, gece gece ve saat saat.
Ve öpmüyorsun ki, gidişini öpmemenden anlayayım.


-Kendi kendine konuşunca deli diyorlar, ben de yazıyorum. Bunu kendi kendine yapınca neden deli olmadığımızı hala anlayamıyorum. Bu daha korkunç bir delilik bence. Kafandan aynı anda binlerce konu, sadece biriyle alakalı bile milyonlarca cümle geçiyorken, bazılarını yakalayıp senin layığınca süslemek,başka güzel cümleleri birbiriyle düğümleyip, yazarken kolun koluma değecekmiş mesafesinde bir hayal gücündeyken, gerçekle yüzleşerek tek kişilik yatağıma iki kişilik saygıdan salonda elimde kumandayla uyuya kalacağımı bilerek tv/telefon/bilgisayar ekranıyla gözlerimi çürütmemek için verdiğim son çabayla bunu üretirken aslında ne kadar tek olduğumu görmek, kolay demeyeyim ama sanırım başa çıkabileceğimi düşündüğün durumlardan biri


Öyle çoklar ki. 
Ama bununla başa çıkamıyorum. Bocalıyorum. 
Yalnızım ve bugün de bana ayırılan sürede zerrelerime ayrılıyorum.

17 Şubat 2017 Cuma

Kulaklarım gıcırdıyor.

Boğazımı da düğümlediler. Hayat bu ara bana çok cilveli sağolsun.
Emeği geçen kim varsa, sövgüler.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Tokat.


           Bilgisayarı televizyona bağlıydı. Önce ‘Kahpe Bizans’ ardından ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ izleyerek(dinleyerek)  daha önce fonunu boyadığı iki tuvalini tamamlamak için yerdeki minderlerinin üzerine yere boya dökülmesin diye örtüsünü serip, malzemelerini çıkardı. Beraber boyayacaktık aslında. Ama ben bilgisayar başında bir arkadaşımla muhabbete feci şekilde kitlenmiştim. Kafam bozuktu, dertleşerek saat geçirmeye uğraşıyordum.

-“Böyle bakımsızken başlamak istemiyorum” diyerek modunu yükseltmek için saçlarını yaptı. Zaten bu tavrına bile acayip saygı duymuştum. Kendine benim asla beceremediğim kadar saygısı vardı çünkü.   
           O , hayallerini tamamlarken, ben de bir yandan kafamı muhabbetle dağıtıyor, bir yandan bloguma gelen sorularla ilgileniyordum. Tam bir kendini oyalama merasimindeydim. Ego terapisi.
           Bitirdi. Eşyalarını özenle toplarken “kahve içermisin?” diye sordu. Zaten bi tane şekersiz ve sütsüz içmiştim, -ki normalde kahveyle aram hiç yoktur- “yok kuzum sağol.” diyerek bilgisayar ekranında gözlerimi çürütmeye devam ettim.
- “Bi sigara içip yatayım” dedi ve bi sigara yaktı. 
“Ben de yatarım birazdan” dedim.

         Telefonumu elime alıp tüm sosyal hesaplarımdaki bildirimlerimi kontrol ettim.Bu sırada Yedi kocalı Hürmüz’ de yeni bitmişti. Konuşurken muhabbet  Mahsun Kırmızıgül’ün son filmine gelince fragmanı açtı. Takdir edilesi duruşunu konuştuk biraz. 
Bloglardan, yazınca rahatlamaktan bahsediyorduk. Zaten sıksık  birbirimizin kafasını açmak, motive etmek ve gerekli teşvik üzerine güzel muhabbetler ederdik. Sonra konu yazmaya kadar gelince blog yazdığımdan bahsettim biraz. Örnek olarak bi kaç saçmalığımı bile okudum.
-“Aslında ben de geçenlerde bi mektup yazdım.” dedi kısık ve naif ses tonuyla.

+” Okumanı çok isterim! dedim heyecanla. “Tabii özel değilse..”
          Durdu bi kaç saniye. sesi kıslmıştı bi kaç gündür fazla sigara içmekten. Zaten incelikten ve kibarlıktan kısık sesi anlamadığım şekilde daha da kısıldı. 
Kendini bi konudan bahsederken ne zaman rahatsız hissetse hep kibar bir şekilde boğazını temizlerdi konuşmadan önce.
-”Özel ama sana okumak isterim” dedi.

          Televizyonun tam önüne yere oturup okumaya başladı. O ana kadar neyle karşılaşacağımı hayal bile edemezmişim zaten. Ben eğlenmeyi bekliyordum. 
          Yaklaşık olarak dört- dört buçuk dakika boyunca bir hikaye dinledim. Aslında on yılına sığdırmakta zorlandığı. Şok geçiriyordum. Hayatımın en büyük şoklarından biriydi, ve böylesine hiç ağlamamıştım. Ağlamamam gerektiğini bile bile kendimi engelleyememek bok gibi bi duygu. Boğazım düğüm düğüm, göğsümde öküz, beynim şok. ellerim ter içinde, yüzüm ellibeşbin derece.
Bitirdiğinde başlamadan önceki soğukkanlılığına geri dönmeye çalışıyordu. Aslında başarıyordu da. Ama benim ağzıma sıçmıştı. Dönüp bana sarıldı, “moralini bozdum, özür dilerim kuzum” dedi. Bunla daha da yıkıldım. Böyle bi samimiyet olmamalıydı. Sıcacıktı. 
Buz gibi bi anıyı mektup gibi okuduktan sonra, bana döndüğünde ağlayan ben, gözlerinin içini güldürmeyi başaran O’ydu. Böyle olmamalıydı ama öyle olmuştu. 
+”Bi sigara alabilir miyim?” dedim. 

        Cevabı duyduğumdan bile emin olmadan paketten bi sigara alıp elim titreyerek yaktım. Tokat üzerine tokat gibiydi gece.
Sigaram bitince güçlükle “benim yatmam lazım,yarın hem provam hem programım var. Azıcık uyusam iyi olcak. İyi geceler” diyip sıkıca sarıldım. 
        Ve tüm bu gecenin üzerine tüm acizliğimle, odama çekilmeden önce sadece :


“Seninle gurur duyuyorum, iyi ki varsın.” diyebildim.

6 Şubat 2017 Pazartesi

Bana çiçekler. siz de "neden" diye sorun hala içinize.

Ya çok korktunuz, ya işinize gelmedi. Olan yine bana oldu. Doğruluğun gömüldüğü çağdayken, sizden de şaşırtmanızı beklemek benim aptallığımdı zaten.
Tanrı olmayana kalp bilinci versin. Zira, kalp önemli.

Ve ben burnumu, size inat asla büyütmicem.

Korkaklığa ve yalana tahammülüm yok.

'Taslağa döndür'

'Sil'

1 Şubat 2017 Çarşamba

İnsan-lık / çay'dan-lık

Hayatımı takip etmek isteyen çok fazla insan olduğunu görmek bana çok ilginç geliyor, ve şimdilerde anlıyorum. Düşünmek istemiyoruz, magazin rocks!
Sevgilim var mı, kolay yem miyim, beynim var mı, kullanabiliyo muyum, ne kadar kullanabiliyorum? Kimle kavga etmişim, kime ne demişim, kim bana ne demiş,kimlere düşmanlık besliyorum, olaylar nasıl gelişmiş..
Hepsini anlatıcam yazıda.


İnsanlar artık belirli bazı kavramları yok sayıyorlar çünkü gerek kalmadığını düşündükleri çok fazla kırgınlık yaşamışlar bence. Çok fazla gözlem yapıyorum. İnsanları tanıyabilme sürem oldukça düşmüş durumda. Bir, hadi bilemedin iki, üç görüşme sonrasında tam bir analiz yapabildiğimi düşünüyorum. Pek az şaşırtıyor insanlar beni. Bu süreçte bi şey daha anlamaya başladım. Aynı zamanda sabır gücümüz de artıyor, alışma eşiğimiz düşüyor. Daha kolay alışıp, sabrederek şaşırmayı bekliyoruz sevdiklerimize karşı. Bildiğimiz kötü şeyleri duyduğumuzda öfkelenmemizin kıvılcımı bu.
İnançlı inançsız farketmez insanlarda inanma eğilimi mevcut. İnanmak istiyoruz çünkü tüm duyularımız buna bağımlı aslında. İyi gelir inanmak. Bi insana, bi olaya, bi hayale, bi varlığa, tanrıya, evrene, evrime, içindeki çocuğa, aynadaki büyüğe..
Var olmak için hayatta kalırken kodumuza işlenmiş en önemli içgüdü. İnanç.

Birilerine inanıp, inandığına pişman olanlar için bi kaç şey yazacağım bu noktada..

Öncelikle kandırılmış olmak bu dünya üzerindeki en önemli öğretidir. Kendimizden öğreneceğimiz çok şeyin olduğunu gördüğümüz ve bazı konularda kendimizi yanlış telkinlediğimizi anladığımız ilk andır kandırıldığımızı öğrendiğimiz anlar.Öfkeleniriz, kırılırız, bağırırız, ağlarız, 'depresyon'lar yaşarız kendimizce. Kendi kendimizi yerden yere vururuz. sorgularız. Ama çok azımız doğru anektodlar ediniriz.

Hiç şöyle düşündünüz mü mesela?

Evrende o kadar mükemmel bi dengede ve uyum içindeyiz ki, bizim tam zıttımızdan illaki bi tane var ve biz yaşantımız boyunca en az biriyle çeşitli sıfatlarla karşı karşıya geliyoruz. Anlaşamayınca, karşımızdakileri kötü ya da sebep ilan edip ilişkilerimizi olmadık şekilde kestirip atmaya yelteniyoruz.
Asıl önemli olan doğru çıkarımla gerçekten doğru bireyler olabilmek değil miydi? Hepimiz daha iyi olabilme telaşında değil miydik? 

Genlerimize kodlanmış olan kalıtsal özelliklerimizi değişemez ilan etmişiz, ama evrime de inanıyoruz.
Kafalarımız çok karışık.

İnsanlar egolarıyla doğarlar. Yaptırım uygulayabildikleri düzeyde egolarını beslerler. Bazıları bu durumu erken ayar ve ve egoyu yenmenin kendinde neleri geliştirebileceğini anlayıp ilkelliği reddeder.

Egoya göre yaşam, insan ırkı için ilkelliktir.

'Ben böyleyim' diye birşey yoktur. 10 yaşımızda hoşlandığımız kız ya da erkekle yaşamıyorsak, hala tüm defterlerimizi pembe renkte kaplamak için ölmüyorsak, o zamanlar ayıp dediğimiz şeyleri şimdi kızdığımızda başkalarına söyleyip eğlenebiliyorsak mesela, böyle falan değiliz.
Zaman değişirken, teknoloji gelişirken, yeni nesile ayak uydurmaya çalışırken kendimize yaptığımız en büyük kötülük; sıkışınca "ben böyleyim" in arkasına sığınıp, kabul görmeyi gururla beklemektir. Bu da yaşadığımız ve anlayıp, atlatmamız gereken en büyük egolarımızdan biridir.
Bir diğeri de, hiçbirimizin bulunmaz hint kumaşı olmadığı gerçeğidir. Malesef ki, insanlar ortalama yüz yıl yaşarken egolarına yenik düştükleri bir çok zaman dilimi olacaktır. Birileri sevecek, birileri gidecektir. Birileri gülecek, birileri ağlayacaktır. Denge olmak zorundadır. Ve dengeyi bunun gibi bi çok unsur oluşturur. Anlamamız ve sindirmemiz gereken, o kriz anlarının ardında ne gizli olduğudur. Sebep de olmayabilir, ama bir tecrübe her zaman edindirir. O tecrübeleri düzgün analiz etmeliyiz. Doğruya göre. Kızgınlık, öfke ya da herhangi bir olumsuz duyguya göre değil.
Affedin mesela. Bunu ilk duyduğumda çok komik gelmişti. Annem ilk aldatıldığımı öğrendiğinde küplere binmiş ama "s.ktret kızım, sen affet, senin omuzlarında yük olmasın." demişti. Anlamamıştım. Şimdi affetmenin nasıl kudretli bir güç olduğunu biliyorum. Aslında yapılan bi haksızlık yok. Ne yapıyorsak kendimize biz yapıyoruz. Bize bizden başkası psikolojik olarak zarar veremez aslında. Mükemmel varlıklarız. Kendimizi ne kadar yönlendirilebilir kılarsak, o kadar yönlendiriliyoruz.

Sadece sevin. Gerisini evrene bırakın. Soyut bişeyden bahsetmiyorum. Kelebek etkisi diyorum. Siz güzel bakarsanız, güzel görünüyor herşey. Kötü bakarsanız, bataklık.Ama o bataklık sizi de sinsice içine çekiyor farkettirmeden.

Büyürken kızdığınız her kim ve ne varsa, şuanda affedin. Ama gerçekten, içinizden.
Büyümeye devam ederken o yükleri omzunuzda taşımak hamallık.
Sadece olumlu duygu ve çıkarımlarınızı alın yola çıkarken. Dünya da yuvarlak madem, görmek istediklerinizi hiç durmazsanız aynı noktada yakalamanız mümkün. Vajina da değilsiniz, penis de.


Hayatınızaataçlınot:

Size ne benim hayatımdan ulan?
'Çay'danlık olmayın, düşünün.

8 Ocak 2017 Pazar

Sessizliği artık hayal edemiyorum.

     Kitabım bitti dediğim yerde bi vesileyle devam ediyor. Çok şey yazmışım. Yani aslında yaşamışım, yani aslında çok şeyle tanışmışım.
Şu var ki; baştan okumaya korkuyorum. Ya o ben değilim, ya bu. Bambaşka bi devir. -Hayatım için- güzel devir, mis devir. Kalanı çöp. Hepimiz için. Ölüyoruz çünkü. Çok eksildik.

     Kendimi arıyorum bu ara. Bulamadığım yerleri beynimde her gidişle yok ettim. Her kalışı il yaptım, ülke yaptım. Her sevişi göğsümde ısıttım, sonra taç yaptım. Seçmedim, itmedim, sevmemezlik etmedim, görmemezlikten gelmedim, anlayışsızlık etmedim, anlamasam da dinledim, hesaplar sormadım, bıraktım.
Geçiştirmedim, geçtim. Kalmadığım halimi böldüm, olmayana verdim. Herkesi önce sevdim. En önemlinin bu olduğuna inandım, bildim, gördüm.
     Mucizemi görecek kadar şanslı, tümüyle kavrayamayacak kadar toydum; başımı aldım önüme koydum, fikrimi bedenimden soydum, herşeyi bi kenara koyunca kalanla işte O'ydum.

     Olmadı bazen, baştan denedim, tekrar düşündüm, kendimi eledim, başka yollar da denedim, ama çok hissizleştim.
Anlayamadım, sordum, yardım istedim, şevkat gördüm, anlaşıldım, yanlış anlaşıldım, yoruldum.
Kendimi hem işe yaramaz üzerine basılmış bok gibi, hem herşeyi başarabilecek donanıma sahip bi makina gibi hissediyorum.


Küstüm olmadı, kustum olmadı.
Kaldım olmadı, kaçtım olmadı.
Seçtim olmadı, sevdim  olmadı.
Ne yaptıysanız bana;
Düştüm olmadı, 'Düş'tüm, olmadı.

30 Haziran 2016 Perşembe

"Kalbimi güzelce kırmana, derin bir iz bırakman için büyük bir hevesle izin veriyorum.."

— Evet, ben dedim. İyi b*k yedim.

Gideni var.

Huzuru bulmaya çalışan "kafası karışık" insanlara huzur vermeyin. Eğer böylesine kaçacaksanız..
Bombalar patlıyor, yarın biz de eksilebiliriz. Yapmayın.

Günaymış benenah.

Yaklaşık mart ayından bu yana hayatımı kökten değiştirmeye gittiğim bu dönemde, tanıştığım herkesi neden bu kadar çok sevdim diye kendimi sorguluyorum şuan. Saat sabahın 9'u ve ben sadece 4 saat kadar uyudum sanırım. Kafam çok yorgun, dinlendirmek için hergün içiyorum ve bu durum ne kadar daha böyle sürer merak içindeyim. Saldım da ama bi yandan.

Hayatımı düzenlemeye çalışırken fazlaca yormuşum kendimi bi kaç aydır. Yeni farkediyorum. Yaklaşık 1 aydır b*k gibiyim afedersiniz, ama elimden gelen bi b*k yok. İnsanlara hemen alışmam, bi anda çokça sevmem, bunlar kötü şeyler mi yoksa olması gereken mi bilememekle birlikte, hem getirisi hem götürüsü oluyor. Ama şu var ki; hayatımda son 3-4 aydır olan olaylar beni inanılmaz kırdı. Hatta biten ilişkimle alakalı yaşadığım herşey bunun yanında küçücük kaldı. İnsanlar kırdı. Ve buna ben tüm içtenliğimle kendim, bile bile izin verdim. Yine.. Asıl koyan şeyse; o insanları çok sevdim.
Hayatıma bi anda girip bi anda çıkıverdiler. Nasıl ve neden oldu hiçbir fikrim yok. Bence onlara sorsan da yoktur bu derecesinin nedeni. Ortada bi neden yok çünkü.Varsa da, benim haberim yok olmalı.

Cicim ayını bile adamakıllı geçiremediğimiz halde çok huzurluyken,  neden böyle bi anda gidiverdiniz?
Nasıl?
Sevdiklerim hep gidecekler benim galiba. N'apalım.

Hergün konuştuğunuz ilk insanın, şuan aranacak son kişi olması durumu en can sıkıcısı. Herşey o kadar güzeldi ki. O kadar özledim ki.

Anlayamıyorum.Çok üzgünüm. Ve geçmiyor.

6 Haziran 2016 Pazartesi

tamam da;

Bi insan sadece gördüğü birine aşık olabilir mi?
Ben inanmıyorum.

Gördüğüne aşık olmak. Allahallah yani. Hay allah.?

Olur mu lan öyle şey?!
Çalakçalakkonuşmayın bi gidin yüzünüzü gözünüzü yıkayın, açılın. 
Olmadı bi kahve herşeyi çözer. Vallahi bak. Çok da şeapmayın yani.

Bi değişik haller içindeyim.

Kafam o kadar karışıyor ki bu ara; biriyle konuşurken cümleleri birkaç defa tekrarlatmak durumunda kalıyorum. Kafa sürekli düşünüyor bişeyleri, ben değil. Ama durduramıyorum da.

Mutluyum, huzurluyum, sinirli ve ya olumsuz herhangi bir duyguya sahip değilim. Herşey tamam.
Yine de bi yerlerde bişeyler mi eksik, yoksa ben mi çok ayrıntıcıyım da geneli kaçırıyorum bilemiyorum.

 Bestelerime yöneldim, kendimi, iç sesimi ve kalbimi dinliyorum. Güzel şeyler olacak, biliyorum. Ama artık olan kısma gelmek için delirme modundayım da bi yandan. Aslında Sezen Aksu kadar delirsem yeter. İşime gelir. Ya da Yıldız Tilbe de olur mesela. Coğoşolur hatta. İnceden delirdiğimi söylemiş miydim? Hımm, evet.

Bi de kilo alma evresi ne sıkıcı be. Baydım, bıkDım yeminle.

Denize de giremedik daha. Hep ondan aslında. Bi tekne turu güzel olabilirdi mesela, ama kalabalık olmayanından. Hatta 5-6 kişi bi tekneyi gece kiralasak mesela. Falaaaan.

O değil de, hayat çoğacayip be. Hiç yok, sonra herşey var falan. Kafalar karışık. Hooop lolipop.

Hadi sen bi çay koy canımın içi, ben de sarma tütünden bi sigara sarayım, içer miyiz?

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Buralar kalpler dolu ama siz hiç bilmiyosunuz. 

12 Mayıs 2016 Perşembe

Tarihisonraatıcam.

"Kalbimi güzelce kırmana, derin bir iz bırakman için büyük bir hevesle izin veriyorum.."




-Ve hal böyleyken;
Geleceksin, göreceksin, seveceksin.


4 Mayıs 2016 Çarşamba

29 Nisan 2016 Cuma

29416


"Tarih tekerrür etmedi, sen ettin. Ve -özellikle- bugün; bu cümledeki 'özne' görevini, senin sayfanı kendi gününde kapatmak için tükettim." 
-Merve Öztürk. 
( 'Kafası şimdi gerdi yalnız' syf.29  )



Yıllar önceydi, bi 'kız çocuğu'ydum. Beni annemden, babamdan ve ağabeyimden ziyade, ilk dostluklarım, ilk sınıfta kalma tehlikem, ön dişimi evin içinde bisiklet sürmeye çabalarken kırışım, ilk şarkı söylediğimde duyduğum haz ve ardından gelen alkış, ilk paramı alamayışım, ilkokuldan lise son sınıfa kadar yaşadığım fiziksel çirkinlik, ilk çıkma teklifi ve egoyu anlayışım, sonrasında da hayatıma giren adamlar ve -onların hayatına giren- kadınlar büyüttü.

Bütün bunlara çok kızgındım.Çok kırgındım.
Henüz affedebilmenin o yüce huzurunun farkında değildim. Öfkemi öfke duyduğum şeyden çıkarmaktı bana hep doğru gelen. Ama bi yerlerde hep bi yanlış olduğunu biliyordum. Aslında eksiklik..

Kızgınlığım çocukluğumdanmış meğer, geçti. Geçer tabii; herkes gibi değil miyim? :)
Çözdüm bunu sonunda. Kimseden bi farkım yok ki benim. Kimseden hiçbir farkı yok kimsenin.

Çünkü; herkes seviyor, herkes kızıyor, herkes küsüyor, herkes düşüyor, herkes kanıyor, herkes ölüyor, herkes öğreniyor ve sonunda -eli mahkum insanoğlunun- herkes BÜYÜYOR..

Bazısı büyümeyi reddedip yolun yarısında hayatını kendinin bitirebileceğine inanıyor mesela, gördüm bunu, anladım. ANLADIM.



Bazısı büyümeyi hem reddedip, hem hayatla inatlaşıp, hem anlamamazlıktan gelip, hem mutlu olmak derdine düşmüş.. O da çocukluk tramvası mesela. Kötü ebeveyn tramvası, ve ben bunu da anlayabildiğimi DÜŞÜNÜYORUM. Çok üzücü. Bunu anladığınızda birinin adına kendimiz gibi üzülebiliyormuşuz biliyor muydunuz? Çünkü zor. Ve çözümü yok.




-Tecrübeler boyumuzu aşmamış yaş 25 i geçmemişse; o zaman başka olabilir tabii..



Bazısıysa; büyürken algılarını kendi zevklerine göre yönlendirirken aynı zamanda da tüm algılarını açık ve rahat bırakır ki; bence aydınlanmaların en güzeliydi. Yaşadığım ve "pişmanım" dediğim her bir berbat dönem, olay, kişi, yaş bana hayata neden tutunmam gerektiğini öğretti. Sorgulamayı, algılarımı daha da açmayı, karar verirken daha doğru analiz yapabilme becerisini kazandıran şeylerin hiçbiri, mutlu ve huzurlu bi dönem sonrasında bilincime yerleşmedi. Hep en kötü sandıklarımdan sonra bi kapı daha açıldı, o kapıdan girdim bi kapı daha açıldı, daha farklıydı mesela.. Her biri farklı, her biri öznel yetenekler ve karakter özellikleri edinmemi sağladı. Bazen bocaladım, bazen sadece idare -edebildiğimce- edebildim, bazen kotardım. Ama her biri çok değerli olaylardı. Şimdi anlayabiliyorum. Ya da anlamaya yeni başladım diyeyim. -ki bence bir sonu da yok-

Güzel zamanlar değillerdi hiçbiri, -bana göre- berbatlardı hatta. Ama sonucu yarı yarıya. Beceremediğin ve hayatında yanlış yapıp bunu göremediğin bütün yeteneklerini düzeltmene sebep olan şeyler oluyorlar o "berbat şeyler"..
Her "pişmanım"; bir "iyi ki" oluveriyor yani..



-Biri giderken öyle biri geliveriyor ki mesela..


AMA ;


Tüm bunların genel olarak tek bir büyük götürüsü oluyor; "mükemmel"leştikçe,  mekanikleşiyorsun..
-Ki bence bu bile dönüştürülebilir bir dönem...




Ne hırslıyım artık herhangi bir şeye ya da kimseye, ne öfkeli.
Yaşıyorsak -ölene dek- öğrenicez...
Hayat böyleymişse demek ki.
 
:)

https://www.youtube.com/watch?v=qClNBm-cVZY

15 Haziran 2015 Pazartesi

çok fazla.


ellerin sigara kokar.

Bi süredir umudum yok, ve kalmamasının sebebi keşke sadece ben olsaydım..
             Eskiden beni tanıyanlar bilirler, eğlenmeyi bilen bi yapım vardı. Yıllar geçtikçe omuzumdaki yük arttı ve gitgide yapılan herşey beni fazlaca yormaya başladı. Tamam, bu normal. Herkesin derdi kendine en büyük.. Ama hani derler ya ' benim yıldızım düşük..' Bende yıldız yok gibi.
Yani nankörlük yapmayayım ama, gerçekten bedevi bahtına sahip oldum her geçen sene sonunda. Bu sadece benim hissettiğim değil, çevremdekiler tarafından da kabul edilen..

Nasıl oluyor bilmiyorum.

            Nasıl oluyor da bu kavramlara takılıp kalıveriyor bazılarınız? Nasıl oluyor da, sevmek en kolayken sırf istemiyorsunuz diye en kötü oluveriyorum? Nasıl gerçek davranmak bu kadar irite ediyor sizi? Ya da siz sevmiyorsunuz diye sevdiklerinizin de sevmemesi için bu kadar çok çaba harcıyorsunuz? Nasıl oluyor tanrıya benden daha çok inanırken bu derece gamsız ve umursamaz davranabiliyorsunuz? Neden statünüzü hayatınızdaki insanlara karşı kullanabilecek kadar cüretkarsınız? İstediğinizi aldığınız zaman nasıl bu kadar 'goy goy'cu bi tutum içinde, hiçbirşey olmamış gibi gülebiliyor dahası adeta gözüme sokmaya çabalıyorsunuz?
Gerçekten bunları ben mi kurguluyorum?
           Ya bu derece zeki olduğumu henüz farkedemedim, ya da bazılarınız hayatlarını 'salağa yatmak' üzerine kurup gün geçiriyor. Ki bunun ben mastürbasyondan hiçbir farkı olduğunu düşünmüyorum.
Birileri kutlayacak mı sizi? Çabanız takdire şayan evet, ama hayatınız yönünde kullansanız, ortalama bi hayatın içinde kendi seçtiğiniz arkadaş çevreniz tarafından sadece 'goygoy' a çağırılmazdınız..

Kusura bakmayın ağır oldu biraz galiba, ama yüzleşmeniz gereken bi yüzünüz var.

            Hayatım boyunca ailem dahil yalan söylememek için o kadar çabaladım ki, ergenliğimden itibaren beceremez hale geldim. Hayatıma çok az insan soktum, çok seçtim -çok da lazımmış gibi- ama bu da hiç bi işe yaramadı.Seçtiklerimin seçtiklerini sen seçemiyorsun çünkü ve dolayısıyla birini seçmiş olmak pek bi işe de yaramıyor.. Dedim ya; bahtsız bedeviyim ben. Bunu zaman zaman değiştirmeye kalksamda bazı şeyler benim değil, evren tarafından karşılanıyor. Önüne geçilmiyor. Ve o ne kadar 'önüne geçilemeyen ' durum varsa, hepsini sıkıştırılmış 15 gün özel eğitimi şeklinde hayatım boyunca yaşadım, hala yaşıyorum.
Çok zor durumlarda kaldım ya da bırakıldım. -Aslında genelde bırakıldım da, böyle söylesem okurken "sen de kendinde hiç kabahat aramıyosun" demek için bahane sunmuş olucam. Bi de bununla uğraşmayayım diye öyle yazıyorum-.. Kaldığım tüm zor durumlardan tek başıma çıkmaya çabaladım ama hiç başaramadım. Düzlüğe çıktığımı sandığım balçıktan sonra hep bataklıklar, çöller, uçurumlar, dağlar, tepeler geldi. Bi bitmedi anlayacağınız.. İşin en b*k tarafı da, yanınıza seçtiğiniz yol arkadaşınızın hep başka bi yol arkadaşı daha varmış meğer.. Yani, seçemediğin bi sürü insan daha..


  •            Yol yorgunluğunu yol arkadaşının hafiflettiğini düşünürken, öğrendiğinde omuzlarına oturan başkalarını düşün..



  •           Ve tüm bunlar yetmez gibi bi de üstüne bunların verdiği yorgunluk yetmiyomuş gibi "sen dünyanın en olumsuz insanısın!!" gibi bi söylemi önce çiğne sonra yut ve sindir..


Hadi bi de siz deneyin, ben yıllardır yapamıyorum.

            Ellerim sigara, ağzım alkol kokuyor ve bunun en büyük sebebi sizin 'beş para vermeden savurduğunuz değer yargılarınız'.

           Şimdi bu kadar ağır konuşurken ben, herkes payına düşeni aldıysa, hadi hiç olmamış gibi dünyanın en olumlu insanı oluverin bana.




Yemedi mi? Tok açın halinden anlamaz tabii.
Çok sevgi dolusunuz, o kadar ki;
Sevginizle öldürdünüz.

12 Mayıs 2015 Salı

kör-eliyor insan.

Uzuuun zaman oldu.Çok uzun.
Yaş aldım, yaşlandım.
Rahatlardım eskiden burada. Şimdilerde bazen aklıma geliyor.
Akıcı, akılcı yazılarım vardı. Beğenirdim yazdıklarımı..
Şimdi yazamıyorum.

Bişeyden vazgeçtiğinde onu tamamen unutabilir misin? Çıkamıyorum işin içinden. Çıkan beri gelsin.

23 Şubat 2015 Pazartesi

kapatıyorum.

Tükenmişim ben. Tüketen herkese selam olsun. Yazıcak hevesim bile kalmamış.