24 Ağustos 2017 Perşembe

Göbeğinizden değil de, vicdanınızdan utanın mesela.

Birbirimizi delirtiyoruz. Tek yaptığımız bu. Buna gösterdiğimiz çabayla bi holding sahibi olunabileceğine inanan biri olarak, yeterince delirdiğimi bildirmek durumunda kalıyorum. Nedenini sorguluyorum. Aşırı olmak istemek neden? Hayırdan neden anlamıyoruz mesela? Reddedilmek neden bu kadar hırslandırıyor kimilerimizi? Neden hemen çirkinleşmeye meylediyoruz?
Kime ve neye bu öfkemiz?
Özbenliğimizdeki bastırmaya çalıştığımız aşağılık komplexlerimizi yaşımız güncellendikçe ve tecrübelendikçe nasıl olur da kontrol altına almayı başaramıyor bazılarımız? Egolar neden bu kadar tatlı ve baskın geliyor?
Hiç mi ayıp değil, bir kadından doğmuş biri olarak başka bir kadına istenmediği için hırslanıp çirkin iftiralar atmak? Hiç mi utanacak yüzümüz kalmamış bazılarımızın? O kadar mı anlamamışsınız sapienslik mevzularını, ya da o kadar mı yanlış-işimize geldiği gibi- kabul etmişiz?

Mizaç olarak sürekli kendimi olumlu yönde eleştirmeye ve geliştirmeye çabalıyorum ve bu bitmeyecek.
Ama , selam bile verilmeyecek bir boşluktayken, yine de aldığınız Allah'ın selamını balçıklaştırmanızı anlayamıyorum, anlayamayacağım. 

Kendimi asla güzel bulmadım. Çirkin olduğumu da düşünmüyorum o ayrı. Kafam çalışır ama. Görüldüğü üzere bazılarının asla anlayamayacağı düzeyde hatta. Bakın mesela; benim egom bu kadar.
Duyduklarıma inanamadım. Tabi ki insanlar konuşuyorlar, konuşacaklar. Konuşsunlar da. Fakat Ağzımızın torba olmaması, haddimizi aştığımızda büzülmeyeceği anlamına gelmiyor, onu bi bilin. Öyle hafife alınacak bir kimse değilim. Sağolsunlar, çoğuna göre çok tatlı bir insan olabilirim. Ama bence siz yine de çizginizi aşmayın ki, kalıbımla kalıbınız yaptığınız çirkinlik düzeyinde size hesap olarak çıkarıldığında ve karşılaştırıldığında hem fizyolojik olarak hem vicdanen kalıcı hasarlar almayın.
Yazık değil mi şimdi, size adaleti biz sağlasak ? Maazallah.

Söyleyeceklerim bu kadar. Kısaca, fazla kudurmayın.

18 Ağustos 2017 Cuma

Yine kendi kendimle konuşuyorum.

Sen hiç kendinden geçip bana geldin mi?

Bak bunu herkes müstehcen algılamaya meyilliyken ilk etapta, senin aklına bile gelmeyişinden bu kadar çok sevdim seni.
Çayı alkolden, kahveden bile çok sevmen yüzünden. Hiç bitirmeden hep yarım içmen yüzünden. Bardağa bile içinde çay bırakarak bir karakter yükleyişinden.
Konuşmadan anlatışından, anlayışından.
Kafandakileri hem okumamı bekleyip, hem okutmak istemeyişinden.
Peki ama sen hiç kendinden geçip bana geldin mi?

'Özledim seni'

Sadece bir kez duyabilme şanına eriştim senin o güzel M dudaklarından, sesinle güzelce doldurduğun aslında bomboş bu cümleyi. Ama senin benim böyle şeyleri düşündüğümden kuvvetle muhtemel haberin dahi yok. Olmasın da. Hayıflanmayı sevmem bilirsin, duymayı beklemek de yeni gün şansı doğuruyor.
Hoş üç aydan üç aya gösteriyorsun. Bu da benim naif şansım olsa gerek.
Olsun, olsun da; yanımda yoksan şuan, ve yoktuysan saymayı bıraktığım geceden üç ay öncesine kadar uzanan 'O gün'den beri, nerdesin ki o zaman?
Gidiyorsun galiba hakikaten parça parça, kural kural, insan insan, gece gece ve saat saat.
Ve öpmüyorsun ki, gidişini öpmemenden anlayayım.


-Kendi kendine konuşunca deli diyorlar, ben de yazıyorum. Bunu kendi kendine yapınca neden deli olmadığımızı hala anlayamıyorum. Bu daha korkunç bir delilik bence. Kafandan aynı anda binlerce konu, sadece biriyle alakalı bile milyonlarca cümle geçiyorken, bazılarını yakalayıp senin layığınca süslemek,başka güzel cümleleri birbiriyle düğümleyip, yazarken kolun koluma değecekmiş mesafesinde bir hayal gücündeyken, gerçekle yüzleşerek tek kişilik yatağıma iki kişilik saygıdan salonda elimde kumandayla uyuya kalacağımı bilerek tv/telefon/bilgisayar ekranıyla gözlerimi çürütmemek için verdiğim son çabayla bunu üretirken aslında ne kadar tek olduğumu görmek, kolay demeyeyim ama sanırım başa çıkabileceğimi düşündüğün durumlardan biri


Öyle çoklar ki. 
Ama bununla başa çıkamıyorum. Bocalıyorum. 
Yalnızım ve bugün de bana ayırılan sürede zerrelerime ayrılıyorum.