17 Şubat 2017 Cuma

Kulaklarım gıcırdıyor.

Boğazımı da düğümlediler. Hayat bu ara bana çok cilveli sağolsun.
Emeği geçen kim varsa, sövgüler.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Tokat.


           Bilgisayarı televizyona bağlıydı. Önce ‘Kahpe Bizans’ ardından ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ izleyerek(dinleyerek)  daha önce fonunu boyadığı iki tuvalini tamamlamak için yerdeki minderlerinin üzerine yere boya dökülmesin diye örtüsünü serip, malzemelerini çıkardı. Beraber boyayacaktık aslında. Ama ben bilgisayar başında bir arkadaşımla muhabbete feci şekilde kitlenmiştim. Kafam bozuktu, dertleşerek saat geçirmeye uğraşıyordum.

-“Böyle bakımsızken başlamak istemiyorum” diyerek modunu yükseltmek için saçlarını yaptı. Zaten bu tavrına bile acayip saygı duymuştum. Kendine benim asla beceremediğim kadar saygısı vardı çünkü.   
           O , hayallerini tamamlarken, ben de bir yandan kafamı muhabbetle dağıtıyor, bir yandan bloguma gelen sorularla ilgileniyordum. Tam bir kendini oyalama merasimindeydim. Ego terapisi.
           Bitirdi. Eşyalarını özenle toplarken “kahve içermisin?” diye sordu. Zaten bi tane şekersiz ve sütsüz içmiştim, -ki normalde kahveyle aram hiç yoktur- “yok kuzum sağol.” diyerek bilgisayar ekranında gözlerimi çürütmeye devam ettim.
- “Bi sigara içip yatayım” dedi ve bi sigara yaktı. 
“Ben de yatarım birazdan” dedim.

         Telefonumu elime alıp tüm sosyal hesaplarımdaki bildirimlerimi kontrol ettim.Bu sırada Yedi kocalı Hürmüz’ de yeni bitmişti. Konuşurken muhabbet  Mahsun Kırmızıgül’ün son filmine gelince fragmanı açtı. Takdir edilesi duruşunu konuştuk biraz. 
Bloglardan, yazınca rahatlamaktan bahsediyorduk. Zaten sıksık  birbirimizin kafasını açmak, motive etmek ve gerekli teşvik üzerine güzel muhabbetler ederdik. Sonra konu yazmaya kadar gelince blog yazdığımdan bahsettim biraz. Örnek olarak bi kaç saçmalığımı bile okudum.
-“Aslında ben de geçenlerde bi mektup yazdım.” dedi kısık ve naif ses tonuyla.

+” Okumanı çok isterim! dedim heyecanla. “Tabii özel değilse..”
          Durdu bi kaç saniye. sesi kıslmıştı bi kaç gündür fazla sigara içmekten. Zaten incelikten ve kibarlıktan kısık sesi anlamadığım şekilde daha da kısıldı. 
Kendini bi konudan bahsederken ne zaman rahatsız hissetse hep kibar bir şekilde boğazını temizlerdi konuşmadan önce.
-”Özel ama sana okumak isterim” dedi.

          Televizyonun tam önüne yere oturup okumaya başladı. O ana kadar neyle karşılaşacağımı hayal bile edemezmişim zaten. Ben eğlenmeyi bekliyordum. 
          Yaklaşık olarak dört- dört buçuk dakika boyunca bir hikaye dinledim. Aslında on yılına sığdırmakta zorlandığı. Şok geçiriyordum. Hayatımın en büyük şoklarından biriydi, ve böylesine hiç ağlamamıştım. Ağlamamam gerektiğini bile bile kendimi engelleyememek bok gibi bi duygu. Boğazım düğüm düğüm, göğsümde öküz, beynim şok. ellerim ter içinde, yüzüm ellibeşbin derece.
Bitirdiğinde başlamadan önceki soğukkanlılığına geri dönmeye çalışıyordu. Aslında başarıyordu da. Ama benim ağzıma sıçmıştı. Dönüp bana sarıldı, “moralini bozdum, özür dilerim kuzum” dedi. Bunla daha da yıkıldım. Böyle bi samimiyet olmamalıydı. Sıcacıktı. 
Buz gibi bi anıyı mektup gibi okuduktan sonra, bana döndüğünde ağlayan ben, gözlerinin içini güldürmeyi başaran O’ydu. Böyle olmamalıydı ama öyle olmuştu. 
+”Bi sigara alabilir miyim?” dedim. 

        Cevabı duyduğumdan bile emin olmadan paketten bi sigara alıp elim titreyerek yaktım. Tokat üzerine tokat gibiydi gece.
Sigaram bitince güçlükle “benim yatmam lazım,yarın hem provam hem programım var. Azıcık uyusam iyi olcak. İyi geceler” diyip sıkıca sarıldım. 
        Ve tüm bu gecenin üzerine tüm acizliğimle, odama çekilmeden önce sadece :


“Seninle gurur duyuyorum, iyi ki varsın.” diyebildim.

6 Şubat 2017 Pazartesi

Bana çiçekler. siz de "neden" diye sorun hala içinize.

Ya çok korktunuz, ya işinize gelmedi. Olan yine bana oldu. Doğruluğun gömüldüğü çağdayken, sizden de şaşırtmanızı beklemek benim aptallığımdı zaten.
Tanrı olmayana kalp bilinci versin. Zira, kalp önemli.

Ve ben burnumu, size inat asla büyütmicem.

Korkaklığa ve yalana tahammülüm yok.

'Taslağa döndür'

'Sil'

1 Şubat 2017 Çarşamba

İnsan-lık / çay'dan-lık

Hayatımı takip etmek isteyen çok fazla insan olduğunu görmek bana çok ilginç geliyor, ve şimdilerde anlıyorum. Düşünmek istemiyoruz, magazin rocks!
Sevgilim var mı, kolay yem miyim, beynim var mı, kullanabiliyo muyum, ne kadar kullanabiliyorum? Kimle kavga etmişim, kime ne demişim, kim bana ne demiş,kimlere düşmanlık besliyorum, olaylar nasıl gelişmiş..
Hepsini anlatıcam yazıda.


İnsanlar artık belirli bazı kavramları yok sayıyorlar çünkü gerek kalmadığını düşündükleri çok fazla kırgınlık yaşamışlar bence. Çok fazla gözlem yapıyorum. İnsanları tanıyabilme sürem oldukça düşmüş durumda. Bir, hadi bilemedin iki, üç görüşme sonrasında tam bir analiz yapabildiğimi düşünüyorum. Pek az şaşırtıyor insanlar beni. Bu süreçte bi şey daha anlamaya başladım. Aynı zamanda sabır gücümüz de artıyor, alışma eşiğimiz düşüyor. Daha kolay alışıp, sabrederek şaşırmayı bekliyoruz sevdiklerimize karşı. Bildiğimiz kötü şeyleri duyduğumuzda öfkelenmemizin kıvılcımı bu.
İnançlı inançsız farketmez insanlarda inanma eğilimi mevcut. İnanmak istiyoruz çünkü tüm duyularımız buna bağımlı aslında. İyi gelir inanmak. Bi insana, bi olaya, bi hayale, bi varlığa, tanrıya, evrene, evrime, içindeki çocuğa, aynadaki büyüğe..
Var olmak için hayatta kalırken kodumuza işlenmiş en önemli içgüdü. İnanç.

Birilerine inanıp, inandığına pişman olanlar için bi kaç şey yazacağım bu noktada..

Öncelikle kandırılmış olmak bu dünya üzerindeki en önemli öğretidir. Kendimizden öğreneceğimiz çok şeyin olduğunu gördüğümüz ve bazı konularda kendimizi yanlış telkinlediğimizi anladığımız ilk andır kandırıldığımızı öğrendiğimiz anlar.Öfkeleniriz, kırılırız, bağırırız, ağlarız, 'depresyon'lar yaşarız kendimizce. Kendi kendimizi yerden yere vururuz. sorgularız. Ama çok azımız doğru anektodlar ediniriz.

Hiç şöyle düşündünüz mü mesela?

Evrende o kadar mükemmel bi dengede ve uyum içindeyiz ki, bizim tam zıttımızdan illaki bi tane var ve biz yaşantımız boyunca en az biriyle çeşitli sıfatlarla karşı karşıya geliyoruz. Anlaşamayınca, karşımızdakileri kötü ya da sebep ilan edip ilişkilerimizi olmadık şekilde kestirip atmaya yelteniyoruz.
Asıl önemli olan doğru çıkarımla gerçekten doğru bireyler olabilmek değil miydi? Hepimiz daha iyi olabilme telaşında değil miydik? 

Genlerimize kodlanmış olan kalıtsal özelliklerimizi değişemez ilan etmişiz, ama evrime de inanıyoruz.
Kafalarımız çok karışık.

İnsanlar egolarıyla doğarlar. Yaptırım uygulayabildikleri düzeyde egolarını beslerler. Bazıları bu durumu erken ayar ve ve egoyu yenmenin kendinde neleri geliştirebileceğini anlayıp ilkelliği reddeder.

Egoya göre yaşam, insan ırkı için ilkelliktir.

'Ben böyleyim' diye birşey yoktur. 10 yaşımızda hoşlandığımız kız ya da erkekle yaşamıyorsak, hala tüm defterlerimizi pembe renkte kaplamak için ölmüyorsak, o zamanlar ayıp dediğimiz şeyleri şimdi kızdığımızda başkalarına söyleyip eğlenebiliyorsak mesela, böyle falan değiliz.
Zaman değişirken, teknoloji gelişirken, yeni nesile ayak uydurmaya çalışırken kendimize yaptığımız en büyük kötülük; sıkışınca "ben böyleyim" in arkasına sığınıp, kabul görmeyi gururla beklemektir. Bu da yaşadığımız ve anlayıp, atlatmamız gereken en büyük egolarımızdan biridir.
Bir diğeri de, hiçbirimizin bulunmaz hint kumaşı olmadığı gerçeğidir. Malesef ki, insanlar ortalama yüz yıl yaşarken egolarına yenik düştükleri bir çok zaman dilimi olacaktır. Birileri sevecek, birileri gidecektir. Birileri gülecek, birileri ağlayacaktır. Denge olmak zorundadır. Ve dengeyi bunun gibi bi çok unsur oluşturur. Anlamamız ve sindirmemiz gereken, o kriz anlarının ardında ne gizli olduğudur. Sebep de olmayabilir, ama bir tecrübe her zaman edindirir. O tecrübeleri düzgün analiz etmeliyiz. Doğruya göre. Kızgınlık, öfke ya da herhangi bir olumsuz duyguya göre değil.
Affedin mesela. Bunu ilk duyduğumda çok komik gelmişti. Annem ilk aldatıldığımı öğrendiğinde küplere binmiş ama "s.ktret kızım, sen affet, senin omuzlarında yük olmasın." demişti. Anlamamıştım. Şimdi affetmenin nasıl kudretli bir güç olduğunu biliyorum. Aslında yapılan bi haksızlık yok. Ne yapıyorsak kendimize biz yapıyoruz. Bize bizden başkası psikolojik olarak zarar veremez aslında. Mükemmel varlıklarız. Kendimizi ne kadar yönlendirilebilir kılarsak, o kadar yönlendiriliyoruz.

Sadece sevin. Gerisini evrene bırakın. Soyut bişeyden bahsetmiyorum. Kelebek etkisi diyorum. Siz güzel bakarsanız, güzel görünüyor herşey. Kötü bakarsanız, bataklık.Ama o bataklık sizi de sinsice içine çekiyor farkettirmeden.

Büyürken kızdığınız her kim ve ne varsa, şuanda affedin. Ama gerçekten, içinizden.
Büyümeye devam ederken o yükleri omzunuzda taşımak hamallık.
Sadece olumlu duygu ve çıkarımlarınızı alın yola çıkarken. Dünya da yuvarlak madem, görmek istediklerinizi hiç durmazsanız aynı noktada yakalamanız mümkün. Vajina da değilsiniz, penis de.


Hayatınızaataçlınot:

Size ne benim hayatımdan ulan?
'Çay'danlık olmayın, düşünün.