8 Şubat 2017 Çarşamba

Tokat.


           Bilgisayarı televizyona bağlıydı. Önce ‘Kahpe Bizans’ ardından ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ izleyerek(dinleyerek)  daha önce fonunu boyadığı iki tuvalini tamamlamak için yerdeki minderlerinin üzerine yere boya dökülmesin diye örtüsünü serip, malzemelerini çıkardı. Beraber boyayacaktık aslında. Ama ben bilgisayar başında bir arkadaşımla muhabbete feci şekilde kitlenmiştim. Kafam bozuktu, dertleşerek saat geçirmeye uğraşıyordum.

-“Böyle bakımsızken başlamak istemiyorum” diyerek modunu yükseltmek için saçlarını yaptı. Zaten bu tavrına bile acayip saygı duymuştum. Kendine benim asla beceremediğim kadar saygısı vardı çünkü.   
           O , hayallerini tamamlarken, ben de bir yandan kafamı muhabbetle dağıtıyor, bir yandan bloguma gelen sorularla ilgileniyordum. Tam bir kendini oyalama merasimindeydim. Ego terapisi.
           Bitirdi. Eşyalarını özenle toplarken “kahve içermisin?” diye sordu. Zaten bi tane şekersiz ve sütsüz içmiştim, -ki normalde kahveyle aram hiç yoktur- “yok kuzum sağol.” diyerek bilgisayar ekranında gözlerimi çürütmeye devam ettim.
- “Bi sigara içip yatayım” dedi ve bi sigara yaktı. 
“Ben de yatarım birazdan” dedim.

         Telefonumu elime alıp tüm sosyal hesaplarımdaki bildirimlerimi kontrol ettim.Bu sırada Yedi kocalı Hürmüz’ de yeni bitmişti. Konuşurken muhabbet  Mahsun Kırmızıgül’ün son filmine gelince fragmanı açtı. Takdir edilesi duruşunu konuştuk biraz. 
Bloglardan, yazınca rahatlamaktan bahsediyorduk. Zaten sıksık  birbirimizin kafasını açmak, motive etmek ve gerekli teşvik üzerine güzel muhabbetler ederdik. Sonra konu yazmaya kadar gelince blog yazdığımdan bahsettim biraz. Örnek olarak bi kaç saçmalığımı bile okudum.
-“Aslında ben de geçenlerde bi mektup yazdım.” dedi kısık ve naif ses tonuyla.

+” Okumanı çok isterim! dedim heyecanla. “Tabii özel değilse..”
          Durdu bi kaç saniye. sesi kıslmıştı bi kaç gündür fazla sigara içmekten. Zaten incelikten ve kibarlıktan kısık sesi anlamadığım şekilde daha da kısıldı. 
Kendini bi konudan bahsederken ne zaman rahatsız hissetse hep kibar bir şekilde boğazını temizlerdi konuşmadan önce.
-”Özel ama sana okumak isterim” dedi.

          Televizyonun tam önüne yere oturup okumaya başladı. O ana kadar neyle karşılaşacağımı hayal bile edemezmişim zaten. Ben eğlenmeyi bekliyordum. 
          Yaklaşık olarak dört- dört buçuk dakika boyunca bir hikaye dinledim. Aslında on yılına sığdırmakta zorlandığı. Şok geçiriyordum. Hayatımın en büyük şoklarından biriydi, ve böylesine hiç ağlamamıştım. Ağlamamam gerektiğini bile bile kendimi engelleyememek bok gibi bi duygu. Boğazım düğüm düğüm, göğsümde öküz, beynim şok. ellerim ter içinde, yüzüm ellibeşbin derece.
Bitirdiğinde başlamadan önceki soğukkanlılığına geri dönmeye çalışıyordu. Aslında başarıyordu da. Ama benim ağzıma sıçmıştı. Dönüp bana sarıldı, “moralini bozdum, özür dilerim kuzum” dedi. Bunla daha da yıkıldım. Böyle bi samimiyet olmamalıydı. Sıcacıktı. 
Buz gibi bi anıyı mektup gibi okuduktan sonra, bana döndüğünde ağlayan ben, gözlerinin içini güldürmeyi başaran O’ydu. Böyle olmamalıydı ama öyle olmuştu. 
+”Bi sigara alabilir miyim?” dedim. 

        Cevabı duyduğumdan bile emin olmadan paketten bi sigara alıp elim titreyerek yaktım. Tokat üzerine tokat gibiydi gece.
Sigaram bitince güçlükle “benim yatmam lazım,yarın hem provam hem programım var. Azıcık uyusam iyi olcak. İyi geceler” diyip sıkıca sarıldım. 
        Ve tüm bu gecenin üzerine tüm acizliğimle, odama çekilmeden önce sadece :


“Seninle gurur duyuyorum, iyi ki varsın.” diyebildim.